Evet, İstanbul'da devam eden ve hedefinde 130'dan fazla polisin olduğu soruşturmanın dayanaklarıyla ilgili yazmaya devam ediyorum. Bugün Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum.
***
***
Bu köşede çarşamba günü, üç haftadır Türkiye gündemini
meşgul eden 130'dan fazla rütbeli polise yönelik soruşturmanın temel
dayanaklarını yazdım.
Önce çıkan kısmın özeti: Savcılık tarafından 'Casusluk,
evrakta sahtecilik' gibi suçlamalarla başlatılan soruşturmanın iki önemli
dayanağı var. Biri, İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin özellikle İstanbul
Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi tarafından yapılan telefon dinlemelere
yönelik olarak hazırladığı teftiş raporu; diğeri ise İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığında 2010 yılında başlayan ama geçenlerde savcılığın 'kovuşturmaya
yer yoktur' kararıyla kapatılan 'Selam-Tevhid' adı verilen örgüte yönelik
soruşturma hakkında yine İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesince
yazılan bir fezleke.
Müfettişlerin 'tevdi' raporu ekleriyle birlikte 3000
sayfadan fazla tutuyor. İstanbul polisinin hazırladığı fezleke de 1200 sayfadan
fazla.
İşte bu kabarık raporlar ve yazılar yüzünden İstanbul'da savcılık,
17 ve 25 Aralık operasyonlarından sonra Türkiye'nin dört bir yanına dağılan
veya emekli olan 130'dan fazla rütbeli polisi soruşturmaya başladı. Bazı
polisler tutuklandı, bazıları bu satırlar yazılırken gözaltındaydı, bazıları da
denetimli serbestlikten yararlanarak haklarında dava açılmasını bekliyor.
Gelin önce İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişi Turgay Alpman ile Polis Müfettişi Selim Kutkan'ın hazırladığı, toplamı
3000 sayfayı geçen rapora bir bakalım.
Öncelikle bu rapor çok ama çok ağır bir ifadeyle başlıyor,
onu söylemem gerek. Raportörlere göre, teftiş raporunda işlemleri araştırılan
38 polis memuru ve müdürünün basitçe 'Evrakta sahtecilik' veya 'Mahkemeyi
yanıtıcı işlem' veya 'Özel hayatın gizliliğini ihlal' gibi cezası düşük
suçlarla suçlanmaları ve sadece idari soruşturmaya tabi olmaları yetersiz.
Rapora göre bu kişileri, savcılık, 'Terör örgütü kurup yönetme', 'Devletin
birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak', 'Anayasayı ihlal', 'Yasama organına karşı
suç', 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyan' gibi TCK'nın 302,
309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316. maddelerinden ayrıca soruşturmalı.
Bu çok ağır istemin gerekçesi ne olabilir peki?
Bu noktada kısa bir bilgi vermem gerek: Bütün Emniyet
Müdürlükleri bünyesinde, o ilin İstihbarat Şubesi tarafından yönetilen 'Karar Takip Sistemi' (KTS) adı verilen
bir bilgisayar programı var. Telefonu dinlemeye alınacaklar için bütün
bürokratik işlemleri (ilk talebi kim yaptı, kim uygun gördü, hangi savcılığa
bildirildi, hangi mahkemeden karar alındı) bu sistem üzerinden takip etmek
mümkün. Ancak 15 Nisan 2013'te bu sistemde bir yenileme yapılacağı gerekçesiyle
geçmişe doğru bütün bilgiler siliniyor.
Öyle olduğu için de, 2008 yılına, hatta daha eskiye doğru
telefon dinleme kararlarını incelemek isteyen müfettişlerin işi zorlaşıyor;
çünkü artık bütün kararlara manuel olarak, arşive girip dosyayı bulup ulaşmak
zorundalar. Oysa sadece İstanbul'un telefonunu dinlediği insan sayısı sahiden
çok fazla; yani tek tek bütün dosyalara bakıp usulsüzlük yapılıp yapılmadığını
saptamak imkansıza yakın bir iş.
O yüzden müfettişler rastgele dosyalara bakarak bir inceleme
yapabiliyor ancak. Burada da temel kriter, telefonu dinlenen insanın adının
kamuoyunda bilinirliği vs.
Yani sıradan insanların, yeterince meşhur olmayanların vs
başına gelen hak ihlalleri yine konu olmayacak.
Ancak bu rastgele yapılan incelemede bile vahim
suiistimaller ortaya çıkıyor.
Devlet devlete yalan söylerse...
Çok sıradan bir olaymış gibi konuşulan ama aslında çok vahim
olan bir şey, telefonu dinlenecek insanların isimlerinin mahkemelerden
gizlenmesi.
Oysa bir suç soruşturuluyor. Suçu işlediği veya işleyeceği
iddia edilen kişinin gerçek adını kullanmak hukukun doğal bir gereği.
Ama hayır. Polislerimiz suçu soruşturuyor kisvesi altında, o
suçla ilişkisi olmayan kişileri de dinlemek istiyor ve bunun için de mahkeme
kararına ihtiyaç duyuyor.
Mahkemelere yalan söyleniyor, takma ve uydurma isimler
veriliyor, mahkeme gerçeği kolay göremesin diye telefon numarası üzerinden
değil telefonun kimlik numarası olan IMEI üzerinden dinleme kararı
aldırtılıyor.
Aslında zamanında hakimler bu konuda hassasiyet gösterse, 'Bana bu telefonu neden dinlemek
istediğinizi daha ayrıntılı gerekçelerle getirin, kim bu kişi, suçla bağı ne'
diye basit sorular sorsalar bu başıbozukluk yaşanmazdı. Ama bu sorular
sorulmadı. Düşünün, İzmir'de bir Ağır Ceza Hakimi kendi telefonunun dinlenmesi
için mahkeme kararına imza attı; o kadar bakılmıyordu dosyalara.
Şimdi yeni yasa çıktı, bu soruları sormak ve ayrıntılı
gerekçeler getirmek zorunlu oldu, IMEI ile dinleme yasaklandı ve sonuçta telefon dinleme kararlarında dramatik bir
düşüş yaşandı.
Yarın da devam edelim...
Bu müfettiş raporunda çok fazla ayrıntıya girmiyorum; çünkü
bu rapor Hürriyet başta olmak üzere gazetelere geniş biçimde yansıdı, çok
sayıda örnek haber yapıldı.
Esas, 'Selam-Tevhid' adı verilen terör örgütüyle ilgili
fezleden söz etmek gerek ama bugünlük yerim doldu.
Yarın devam edelim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder